Ayetullah AY 1980’de Diyarbakır’ın Kulp ilçesine bağlı Yayık köyünde doğdu. Liseye kadarki eğitimini Diyarbakır’da tamamlayıp 1998-1999 yıllarında üniversite sınavlarına hazırlanmış fakat herhangi bir bölüme yerleşememiştir. Bu yıllarda Türkiye ve özellikle bölgemizdeki gerek ekonomik gerekse siyasi istikrarsızlık üniversite kazanmaya yönelik umudunu yitirmesine neden olmuş ve bu nedenle yurtdışına çıkmıştır. Yurtdışında birkaç sene çeşitli işlerde çalışarak oturum hakkı almaya çalışmışsa da oturum alma hakkı belirsiz bir sürece girmiş ve tam da Türkiye’nin Avrupa Birliği üyelik sürecinin başladığı bir dönem olan 2000’li yılların başlarında ülkedeki olumlu ekonomik ve siyasi gelişmeleri de hesaba katarak tekrar Türkiye’ye dönme kararı almıştır. Yurtdışında tecil etme durumu olmadığı için asker kaçağı durumuna düşmüş bu yüzden de ülkeye 2004 yılında kaçak yollardan giriş yapmak zorunda kalmıştır. Kuzeni adına sahte bir kimlikle İstanbul’da yaşamaya başlamıştır. Ailesinin de maddi desteği ile Herbalife adlı diyet ve takviye ürünleri satan bir firmada distribütör olarak iş bulup çalışmaya başlamıştır.
29 Ekim 2004 tarihinde çalıştığı firmanın reklam amaçlı el ilanlarını dağıtırken, İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele polislerince, PKK’ye karşı yürütülen bir operasyon kapsamında kuzeni adına düzenlenen sahte kimlik ile göz altına alınmıştır.
İstanbul’da gözaltına alındığı sırada avukatı olmadan zorla ifadesi alınmış, yine avukatı ve savcılık izni olmadan evi iki kez aranmış, birinci aramada evinde hiçbir şey bulunmamıştır. (ki kendi imzasının olduğu bu ilk aramaya dair tutanak da bunu kanıtlayacaktır, fakat tam işlemler sona erdikten sonra ve binadan çıkılırken yeni gelen bir ekipteki başka polislerin yaptıkları ikinci ev aramasında ise evinde bir cep telefon bulunduğu iddia edilmiştir.) Fakat ikinci arama tutanağını kabul etmediği ve imza atmadığı gibi soruşmalarda ortaya çıktığı üzere bu aramada bulunduğu ileri sürülen “telefonun” üzerinde kendi parmak izi bulunmadığı da ortaya çıkacaktı.İşte bu şekilde o günden günümüze kadarki hayatını karartacak bu delil yerleştirme ile komplo olarak ifade edilebilecek olaylar silsilesi de başlamıştır.
Gözaltına alındığı tarihten önce memleketi Diyarbakır’da çeşitli faili belirlenemeyen olaylar meydana gelmiş ve kimliğinde, sahte bile olsa doğum yerinin Diyarbakır olması onun gerekçesiz gözaltına alınmasına yetmiş bu faili halen belirlenemeyen olaylar hakkında, hukuksuz delil oluşturarak, onun üstüne yıkılmasına yetmişti. Aslında Ayetullah Ay Kulp ve çevresinde tanına bir ailenin üyesidir. Öyle ki Kulp ilçesinde Yayık köyü muhtarı olan babası Abdullah Ay 1992 yılında Silvan ilçesinde Hizbullah tarafından öldürülmüştür. O dönem bu cinayet ve sonrasında aile üzerinde devam eden tehdit ve baskı nedeniyle şehir merkezine yerleşen aile üzerinde polis takibatı da devam etmiştir.
Yargılama süresince hakkında oluşturulan ilk iddianamede Haziran-Eylül 2004 arasında gerçekleşen üç olaya karışmakla suçlanmıştır. Birincisi, bir polis kontrol noktasında iki polis memurunun öldürülmesi; ikincisi, Hani’deki bir tabur komutanlığına silahlı saldırı; üçüncüsü M.Ç. adındaki bir çiftçinin cep telefonunu (İstanbul’daki evinde bulunduğu iddia edilen ve kendisinin reddettiği telefon) ve kimlik kartını zorla alıkoymak.
Nisan 2007’de görülen duruşmada yerel mahkeme, dava dosyasında Ayetullah’ı iki polis memurunun öldürülmesinde ve Hani’deki silahlı saldırı ile ilgili olarak delil yetersizliğinden beraat etmiş, fakat M.Ç.’nin çalınan telefonu ve kimliği ile Zafer Bayramı geçit törenine saldırı girişiminde kullanılan diğer cep telefonu ve SIM kartının karıştığı iki olaydan mahkum etmiştir.
Kendi evinde bulunduğu iddia edilen telefonun üzerinde hiçbir parmak izi yokken, kendisinin veya avukatının mevcut olmadığı ikinci ev aramasında bulunduğu iddia edilen telefona yönelik tüm itirazları mahkeme tarafından yargılama boyunca reddedilmiştir. Mahkeme, telefonu ikinci kez eve giren polislerin yerleştirmiş olabileceğine yönelik Ayetullah Ay’ın mahkemeye sunduğu itirazlar önemsenmemiş, ceza verilmesine neden olan bu kanıtın sahte olup olmadığını inceleme gereği bile duyulmadan sadece polis raporlarına dayanmıştır. Bununla da kalmamış, tutuklu olduğu bir süreçte cezaevinde yapılan üst aramasında iddiaya göre üzerinde bir not yakalanmış ve bu nota dayanarak daha önce iki kez aranan İstanbul’daki evinde bir kez daha arama yapılmış (bu sırada Ayetullah cezaevindedir.) ve bu aramada da (aynı evin 3. Kez aranması) patlayıcı maddeler bulunduğu iddia edilmiş, bu maddeler de üzerine yıkılmaya çalışılmıştır.
Ayetullah bu iddiaları yine kesin bir dille reddetmiş, üst aramasında hiçbir şey bulunmadan görüş yaptığını ısrarla belirtmiş, bu iddiayı ortaya attıkları söylenen cezaevi görevlilerinin mahkemede şahit olarak dinlenmelerini istemiş ve notların bağımsız kurumlarca incelenip kendisine ait olup olmadığının ortaya çıkartılmasını istemiş ve en önemlisi bu olayı ortaya çıkartabilecek tek kanıt olan video kaydının incelenmesini istemiş fakat tüm bu delil talepleri ret edilerek polisin verdiği kanıtlara dayanarak şartlı tahliye imkânı olmaksızın ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılmıştır. Tamamen hukuk dışı elde edilmiş, tek taraflı kanıtlara dayanılarak verilen bu kararı Yargıtay 9. Ceza dairesi Şubat 2008’de onaylamıştır.
İç hukuk yolları kapandıktan sonra Ayetullah, delillerin hukuksuz bir şekilde elde edildiğini, gözaltı ve tutukluluk süresince karşı karşıya kaldığı hukuksuzlukları, maddi kanıtlarıyla birlikte sunarak, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine adil yargılanma hakkının ihlali olan 6. maddeye dayanarak Türkiye’yi şikâyet etmiştir.
Uzun süren bir yargı sürecinden sonra AİHM nihayet 8 Mart 2020 de kesin karar vererek Türkiye’yi sözleşmenin 6. maddesini ihlali ettiğine yönelik mahkûm ederek, Ayetullah’ın yeniden yargılanması gerektiğine karar vermiştir.
AİHM’nin verdiği kararın özetinde şu noktalar vurgulanmıştır:
- Sözleşmenin 6 § 1 maddesi (ceza yönü) ve Sözleşmenin 6 § 3 Maddesi
- Adil Yargılama
- Savunma hakları
- Çekişmeli Yargılama
- Delil yerleştirme ve diğer usul eksiklikleri iddialarıyla başvurucuya (Ayetullah’a) dair terörizmle ilgili olarak yürütülen ceza yargılaması
- Polisteki gözaltı veya ev araması sırasında avukat yardımının olmayışı
- Ev aramasında bulunanlara dair tutarsızlıklar, ev aramasının tanıklar olmadan ve belirsiz bir üslupla yazılmış arama emirlerine dayanması
- Başvurucunun yargılama öncesi tutukluluğu sırasında üst aramasında ve ev aramasında ele geçirilen tartışmalı bulgular
- Cep telefonlarına ilişkin delillerde tutarsızlıklar
- Hayati önemdeki delil parçalarına dair usul güvencelerinin yokluğu
- Yerel mahkemelerin karara ilişkin yeterli gerekçe sunamaması ve tarafların taleplerini gereğince incelemede yetersiz kalmaları
- Başvurucunun delillerin orijinalliği, gerçekliği ve niteliğine dair etkili bir şekilde karşı görüş bildirememiş olması
Aihm kararı Mart 2021 de kesinleşmiştir. Kararda Türk hakimin de imzası olup, oy birliği ile verilmiştir.
Bunun üzerine Ayetullah’ın Avukatı 22 Mart 2021de AİHM kararına dayanarak yaptığı başvuruda, infazın durdurularak Ayetullah’ın yeniden yargılanmasını talep etmiş, fakat Diyarbakır 5. Ağır Ceza mahkemesince Haziran 2021’de verilen ek bir karar ile yeniden yargılama başvurusu kabul edilmiş ancak neredeyse 14 senesi ağır tecrit koşullarında geçen 17 yıllık tutukluluk süresi göz ardı edilerek tahliye kararı reddedilmiş ve 16 Aralık 2021 gibi uzak bir tarihe yeninden yargılamanın ilk duruşma günü vermiştir.
Tahliye talebinin reddi, hükümlü statüsünün değiştirilmemesi ve yine AİHM kararında hükmedilen maddi tazminatın dahi şu ana kadarki uygulamaların aksine avukatına verilmemesi hem var olan ulusal yasalara hem de AİHM’n verdiği kararın ihlali anlamına gelmektedir. Şu ana kadar bu hukuksuzluğun giderilmesi için yapılan tüm girişimler sonuçsuz kalmıştır.
Bu yetmediği gibi, nasıl ki 2005’te evine kanunsuz bir şekilde delil yerleştirerek, adil olmayan bir cezaya çarptırılmışsa, bugün de aynı uygulamaların tekrarlanmak istendiğine yönelik kaygılar giderek artmaktadır. Maalesef daha şimdiden Ayetullah Ay’ın özgürlük ve adil yargılanma hakkını yeniden göz ardı eden ve ilerde Türkiye’yi AİHM’de tekrar mahkûm edecek, Hükümet ve Adalet bakanlığının önemle belirttiği yargı bağımsızlığını ortadan kaldıran tamamen hukuksuz ve keyfi uygulamalarla karşı karşıyayız.
Mahkeme üzerinde olumsuz bir etki yaratmak amacıyla her nedense AİHM kararından sonra Ayetullah’ı halen yasadışı örgütle irtibatlıymış gibi gösteren imzasız ihbar mektupları Kırıkkale savcılığı tarafından açılan yeniden yargılama dosyasına gönderilmiştir. Yargı bağımsızlığını alenen karalayan bu tür uygulamalardan acaba Hükümet ve Adalet Bakanlığı haberdarlar mı? 17 senedir devletin kontrolündeki bir cezaevinde ve cezasının yaklaşık 15 senesini de tek kişilik hücrede geçirmiş olan birini kim, neden ve nasıl olur da halen asılsız ihbarlara dayanarak örgütle ilişkilendirilmeye çalışılıyor. Neden özellikle de yeniden yargılama başlayacakken bu hukuksuz ihbarlar dosyaya dahil ediliyor? Yargı makamı hiçbir talepte bulunmamışken neden bu asılsız ihbar mektupları işleme konulup mahkemeye gönderiliyor burada bizleri derinden kaygılandıran durum AİHM kararında da hukuksuz olduğu tespit edilen eski hükmün, mahkeme üzerinde bu tarz asılsız iddialarla etki ederek, tekrar verilmek istendiğidir. Bizim ailesi olarak başta hükümet ve Adalet bakanlığı yetkililerinden beklenti ve talebimiz, AİHM kararının gereği olarak Ayetullah’ın derhal tahliye edilmesi ve yargı üzerinde kanaat oluşturmak amacıyla yapılan hukuksuz ve keyfi uygulamaların araştırılması ve bunların son bulması için gerekli hukuki işlemlerin başlatılmasıdır.
Ayetullah Ay’ın avukatı ek kararda infazın durdurmamasına itiraz etmiş, üst mahkeme de itirazı kabul etmemiştir. İnfazın durdurulmamasına yönelik mahkeme kararı bireysel başvuru ile Anayasa mahkemesine taşınmıştır. Yine bu karar gerekçesi hukuka aykırı olduğu ve devam eden tutuk durumu da yasal olmadığından Bakanlık aleyhine tazminat davası da açılmıştır. Bu dosyalar hala açık olup, herhangi bir karar çıkmamıştır.
Konu ile ilgili şikayetler ve davanın seyrine dair gelişmeler 3 ayrı mektupla Bakanlar Komitesine de bildirilmiştir.
AİHM kararının önemli bir özelliği Türkiye Yargıcının (Saadet Yüksel) da katılımı ile oybirliğiyle alındığıdır. Hükümet oybirliği ile verilen bu karara itiraz etmemiştir. Kararın ikinci önemli özelliği ise; AİHM’in benzer davalardakinin aksine, kararı veren mahkemenin adil yargılama yapmadığını tespit etmekle yetinmeyerek, yargılama sürecinde mahkemece kabul edilen birçok delil hakkında tartışma yürüterek bu delillerin hukuka aykırılığına açıkça ve ayrıntılı olarak, yargılamanın her aşamasını kapsayacak şekilde değinme ihtiyacı duymuş olmasıdır. AİHM başvuruların önceliği konusunda 2017 yılında güncellenmiş Politika Belgesinde (II) önem derecesi verdiği kararlar için şu belirlemeyi yapmaktadır: Sözleşmenin sistemik olarak etkililiğine işaret eden, yapısal ve endemik hale gelmiş ihlallerin konu edildiği ve özel olarak pilot yargılamaya konu edilebilecek olan başvurular ile Avrupa ve iç hukuk düzeni açısından büyük değişiklik yaratabilecek nitelikte ciddi sorunları gündeme getiren, genel ilgi uyandırabilecek başvurularla ilgili kararlar. AİHM, yeniden yargılama talebine konu müvekkilin başvurusunu bu kategoride tanımlamıştır. Bu açıdan AİHM kararı özellikle adil yargılanma hakkı kapsamında delillerin elde edilmesine yönelik iç hukuk ve Mahkeme uygulamalarını etkileyecek nitelikte olmasına rağmen, mahkemenin sadece yeniden yargılamayı usulen kabul etmesi, bu şekilde AİHM kararına uyuyor görüntüsü verdiğini göstermektedir. Bu durum Ayetullah’ın hayatının hukuka aykırı bir kumpasla karatmaya onay vermenin ötesinde birçok başkaca ihlale de kaynaklık etmektedir.